24 Ağustos 2015 Pazartesi

Cephenin spora,Sporun cepheye ilk selamı değildi bu…

         1915’te şehit düşen Beşiktaşlı Kazım...Çanakkale cephesinde 27. Alaydaydı…Cebinden çıkan şiirde ‘Biz 11 arkadaşız lakin arkamızda daha var’ diyerek hissetmişti cephede çok sevdiği Beşiktaş’ını.

         1917’de Irak’ta şehit düşen Galatasaraylı Celal İbrahim…Çanakkale için yapılan asker çağrısına gönüllü yazılan ilk erdi.Gittiği gördüğü yerlerde çok sevdiği Galatasaray’ı için yararlı olacak şeyleri topluyor mektuplarında Ali Sami Yen’e bunlardan bahsediyordu.

         1919’da şehit düşen Fenerbahçeli  Mülazım-ı evvel Arif...Çanakkale cephesinde savaşıyor maç olduğu günlerde izin alıp çok sevdiği Fenerbahçe’sine,Papazın Çayırına koşuyordu.

           Hafıza,deneyimle kazandıklarımızın zaman içinde zihinde tutulması olayıdır.Toplumsal hafıza ise bu zihinde tutuluşun toplumsal boyutunun kavramsallaştırılmış şeklidir.Toplumsal hafıza bireysel hafızadan farklıdır.Biz geçmişten bu güne getirdiklerimize anlamlar yükleyip çeşitli işaretleyicilerde can vermişiz.Mesala ‘Türk Bayrağı’ bir işaretleyicidir.Gördüğümüz an duygulanırız;vatanımız,milletimiz aklımıza gelir,dalgalandığı yerde huzur buluruz.Mehter Marşı da işaretleyicidir ,aynı duygular gerçerlidir.Mehteran müziğe başladığı zaman tüylerimizin diken diken olur ve şanlı tarihimizi hatırlarız.Bu tarz işaretleyiciler toplumun hayatta kalmasını sağlar,can damarıdır.Simon Kuper’in 1994 yılında yayınladığı ‘Football Against the Enemy’ kitabının birebir çevirisi ’ Düşmana Kaşı Futbol’ iken biz mealen ‘Futbol asla sadece Futbol değildir’ demişiz ve bu sözü mihenk taşı kabul etmişiz.Meselelerin tahlilinde bu sözün turnusol vazifesi görmesini sağlamışız.Bende bu olayları açıklamak için aynı yolu kullanacağım.Alçakça saldırıların yapıldığı,güne şehit haberlerini duyarak uyandığımız,gece gözümüzü şehit haberleriyle kapamak zorunda bırakıldığımız bu dönemde:Bayrak gibi,Selam gibi,Marş gibi çeşitli işaretleyicileri futbol sahalarına başarıyla yerleştirdik.Ve futbolun asla sadece futbol olmadığını pek yüksek duygular ve amaçlarla pektabi güncel olaylara tezahür edebileceğini ve –en azından ülkemiz için- insanları aymazlığa sürükleyen bir uğraş olmadığını bir kez daha kanıtladık.

Ülkemiz 1980lerden bu yana PKK terörü yüzünden körpe canlarını döke döke bu günlere gelmişti ve biz bugünlerde de maalesef her gün yeni şehit haberleri almaktayız.Toplum olarak bizi bir araya getiren en önemli olaylardan biri spor müsabakalarıdır.Bu müsabakalarda içimizi acıtan bu olaylara tepkisiz kalmak imkansızdı.Ligin kademesi fark etmeksizin futbolcular ve taraftarlar yaşanan bu katliamlara tepki gösterdi ve doğuda batıda teröristlerle mücadele eden kuvvetlerimizin yanında olduğunu haykırdı.Motivasyon dediğimiz üç işleve hizmet eden bir güçtür:İnsanların harekete geçmesine neden olur,özel hedeflere ulaşılması yönünde davranışları şekillendirir ve bu hedeflere ulaşmak için harcanan çabayı devam ettirir.Spor camiasından gelen bu duyarlı haberler bir nebzede olsa askerimizin polisimizin motivasyonunu yüksek tutmaya yardımcı olacaktır.

Taraftarların maç öncesi askeriyeye gidip moral vermeleri

Futbolcuların seremonilerde veya gol sevinçlerinde asker selamı vermeleri
Karşıyaka
TrabzonSpor

Beşiktaş
MersinİdmanYurdu
Çaykur Rize

Maç sonu röportajlarında aynı şekilde gündem es geçilmedi ve Trabzonspor'dan Yusuf, ülke genelinde yaşanan PKK saldırıları ile ilgili olarak "Şu anda futboldan hayattan daha önemli şeyler var ülkemizde. Kalbimiz ve gönlümüz askerimizden yana.'' dedi.

Taraftarın koreografiler hazırlamaları,stadı Türk bayraklarıyla donatmaları , tezahürat yapmaları ...:
SamsunSpor
ŞanlıurfaSpor
Bursaspor
Fenerbahçe
Bayburtspor
Erzurumspor

Terörle mücadele eden güçlerimizin moralini arttırmak için yaptıklarımızdan bir kaçıydı…

8 yaşındaki Gülsüm Naz ise hiç görmediği 2007 yılında şehit düşen kendisi gibi koyu Fenerbahçeli olan amcasının mezarına,kendi çizdiği Robin van Persie yazılı Fenerbahçe armasını bırakıyor bir nebze olsun bağ kurmaya veya acısını dindirmeye çalışıyordu.


Spora gönülverenler kendi payına düşeni fazlasıyla yaptı..Sporun ruhu toplumun ruhunu yansıtmaya devam edecek ve bizde onun peşinden koşmaya devam edeceğiz.Dilerim ki bu alçakça saldırılar bir an önce son bulur ve ebediyete kadar bir daha yaşanmaz.Biz ise Türk bayraklarını sadece Zafer gecelerinde sallamak veya kazandığımız kupalar için göz yaşını sevinçten dökmek zorunda kalırız.
Yoksa biliriz ki :Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır ve muhtaç olduğumuz kudret damarlamızdaki asil kanda mevcuttur.
Fenerbaçe'nin kuruluş tüzüğü de der ki : ''Madde 2: Kulübün takip ettiği amaç ve gaye; memlekette bedeni ve fikri terbiyenin yayılmasına çalışmak ve vatan gençlerini;  vatanın korunmasına, zorluklara  ve askeri seferberliklere alıştırmaktır. (Kulübün takip ettiği maksat ve gaye; memlekette terbiye-i bedeniye ve fikriyenin tamimine çalışmak ve şübbân-ı vatanı mübâreze-i hayata ve meşâkk ve esfâr-ı askeriyeye alıştırmaktır.)''.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Altyapı-Gözlem Birlikteliği

Herkese Merhaba,

Her spor dalında bir altyapı hazırdır.Şuan takımda olan oyuncuların yerine 5-10 sene sonra yerlerine geçecek olan minik oyuncular vardır.Bu minik oyuncularla ileride kendimizden çok söz ettireceğiz inşallah.


Neden inşallah?

Çünkü bu altyapı koordinasyonunu gerçekleştirecek paramız olsa bile bunu kafalara yerleştirecek bir zihniyetimiz henüz yok.Çoğu spor için bu böyledir.Mesela futboldan örnek vereyim.



Kulüpte çalışan antrenörlerin,yönetim kurulunda yetkili kişilerin ;çocukları,yeğenleri,torunları vb. gibi yakın akrabalarına torpil yapması söz konusudur.Eğer ki bunları aşarsak çok değil ama saygıdeğer bir yere gelebiliriz.



Gelelim oyuncu gözlemine ...

Bir oyuncunun yetenekli olup olmadığını kulübe girişinden anlayamayız.Bol bol maçlarını izlemeli ve aranan kriterlerin onda olup olmadığına bakılmalıdır.Ülkemiz oyuncu gözlemi için çok geride kalmış diyebiliriz.


Mesela bir maç iyi oynayan oyuncuyu izleyen gözlemci onu kulübe öneriyor ve kulüpte onu dinleyip o oyuncuyu bünyesine transfer ediyor.

Düşünsenize siz ona yüksek bir meblağ ödüyorsunuz ama o oyuncu beklentilerin altında kalıyor ve verilen parayı hak etmiyor.

Bunun aksi durumu da olabilir.Bu sefer de gerçekten yetenekli bir oyuncunun geldiğini yüksek meblağlara transfer edildiğini düşünelim.İlk maçına çıktı ve kötü oynadı.Psikolojik olarak kendini kötü hissedecektir.Durum böyle devam ederse yeteneğin köreldiğini ve oyuncunun mental durumunun kötüye gittiğini anlayabiliriz.

Bunun içinde her spor kulübümüzde en az bir "spor psikoloğu" bulundurmamız gerekir.Her şey yetenek değil. Öyle değil mi?

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Caution Wide Vehicle ! - Rush (Zafere Hücum) 2013


Rush (Zafere Hücum) 2013 Sonbaharında piyasamızı şereflendirmişti.O zamanlar methedenleri çoktu fakat ben kulakardı etmiştim.Anca izledim.

Formulayla tanışmam ortaokul yıllarında gerçekleşti.O yıllar Alonso-Raikkonen çekişmesi vardı.2005 yılının şampiyonu Alonso olmuş,Kimi ise birçok yarışta envai çeşit belaları üstüne çekerek ya teknik arıza yaşamış ya da yarışdışı kalmış ve sezonu 2. tamamlamıştı.2006 yılında yine Alonso'ya boyun bükmüş ve nihayet 2007 yılında yüzümüzü güldürüp şampiyonluğa ulaşmıştı.Benim F1 geçmişim 10 yıllıktı ve ötesine dair bildiğim bi Schumacher bir de Hakkinen vardı.


İşte Rush bu cehaleti -belkide çoğumuzdaki- su yüzüne çıkartan bir film oldu.
1975-76 yılları arasında Niki Lauda ve James Hunt arasındaki şampiyonluk mücadelesi anlatılmış.Lakin izleyenlerinde takdir edeceği üzere burada iki pilotun rekabetinden öte bir şeyler var:İki kültürün,milletin veya fikrin doğruluk iddiası,kavgası.
Filmin yönetmeni Ron Howard.'Akıl Oyunları(A Beautiful Mind)'nı da çeken kişiymiş.Senaristimiz ise Peter Morgan.Frost/Nixon'ı yazan kişi.Oynayanları ve gerçek karakterlerini bir güzel resimle göstermek gerekirse 
işte böyledir.

Filmde güzel bulduğum sahnelerden bahsetmek istiyorum.
Lauda,yeni tanıştığı Marlene ile yolculuk ederken arabaları arıza yapar ve otostop çekmek zorunda kalırlar.O an kadraja iki İtalyan abi girer ve şenlik başlar:)Havaalanına gelen yeni transferi karşılarmışcasına,iki abide bırakamaz Lauda'yı;sarılılar,öperler..:)Buna anlam veremeyen Marlene nedenini sorar F1 pilotu olduğunu söylediklerinde ise buna inanmaz.Taki;
bu sahneye kadar.Lauda zeki bir adamdır.Aklıyla kalbinin isteklerini,neyin doğru neyin yanlış olduğunu,hasılı duygularını bastırıp 0 riskle hayatını idame ettirmesini çok iyi bilmekte ve uygulamaktadır:Yarışta değilim neden hız yapayım?
Burada Havuç ve Sopa Yöntemi(carrot and stick method) 'ni de görmekteyiz burda.Bir olayın gerçekleşmesi için itici bir ödül,teşvik edici şey gereklidir.Marlene ablamız işin farkına varmış ve havuç olarak isteğini söylemiştir.E sonu malum çılgınca bir sürüş,hızlı atan kalpler,gülen yüzler.Ve evlilik..
Lauda'yla evlilik de hiç kolay değildir.Çünkü kendisi bağlanma sorunu yaşamaktadır.Bir gece şöyle bir diyolog geçer:
Lauda bu sözleri en mutlu anında,evliliğin ilk günlerinde dile getirmiştir.Kaçınmacı Bağlanma Stiline sahiptir.Mutluluk içine sinmiştir ama onu kaybedilme korkusu ağır geldiği için bundan kaygı duymakta ve uykuları kaçmaktadır.Ablamız orada harika bir cevap vermiştir :'Mutluluğa düşmanım dediğin an artık çok geç olmuştur.Zaten kaybetmişsindir.'.Evliliğin ilerki yıllarında Lauda'nın bağlanması güvenli bağlanmaya doğru kayacak;hatta şampiyonun belirleneceği Japonya Grand Prixinde yarış akarken gözlerinde çok sevdiği eşini canlandırıp yarışı çok riskli bulduğu için aracını usul usul pite çekecek ve eşiyle  gözgöze gelecektir.
Ve geldik o elim sahneye .Film şöyle başlamıştı
1976 Nürburgring..Kaza anında görebileceğiniz üzere araç alevler içerisinde yanmaktadır.Lauda canını zor kurtarmıştır.Ciğerleri çok kötü durumdadır ve yüzünde yanıklar oluşmuştur.Fakat onun muhteşem kararlılığı onu tekrardan yarışlara döndürecek ve travma sonrası depresyon yaşatmayacaktır.Hatta aşağılıkça sorulan sorulara bile alaycı cevaplar verebilecek seviyededir:

Kazanın gerçekleştiği 1976 yılında şampiyonluk yakışıklı playboyumuz James Hunt'a gitmiştir.Ve o sezonun,kişiliklerinin,hayat anlayışlarının,kültürlerinin özeti şu diyologta bize sunulmuştur:
Lauda kendini gerçekleştirdiği için kazanan tarafta kendini görmektedir.Her zaman söylediği gibi 'sadece %20 Risk'.Fazlası Lauda'nın mantığını aşar risk boyutundan çıkıp ahmaklığa girer.

Filmden alakasız bir detay sunmak istiyorum.Niki Lauda pek sevgili eşi Marlene'den 1991 yılında ayrılmış ve kendi havayolu şirketinde çalışan 30 yaşındaki bir hostesle evlenmiştir.Ayrıca bu hostes kendi böbreğini vermiş Lauda'ya .Karşınızda Marlene ve Lauda çifti


Yazımı Lauda ve Hunt arasında geçen ufak bir sürtüşmeyi anlatıp sonlandırıcam.
Lauda bir yarış sonrasında 'Hunt'ın arabası olması gerekenden uzundur!' yönünde bir itirazda bulunmuştur.İtiraz haklı görülüp Hunt diskalifiye edilmiş ve o yarıştan puan alamamıştır.Daha sonra yapılan bir düzeltmede bu itirazın ve kararın geçersiz olduğu söylenmiş ve Hunt'a puanları iade edilmiştir.Yakışıklı abimiz olanlara şöyle yaklaşarak esprili bir göndermede bulunmuştur:
DİKKAT GENİŞ ARAÇ 

Bu gün Formula 1'de bu kadar tatlı bir rekabet maalesef belirli sebeplerden pek olası durmuyor.Ama umudumuz hala var!

30 Nisan 2015 Perşembe

''-E Abi Sen Koşaydın ?'' Koşmaz..Kaytarır!

Azınlık bir grubun,işlerin tamamını üstlenmesine razı olmamız durumuna Sosyal Kaytarma (Social Loafing) denir.'Amaann banane!Bu sorumluluk benim değil ki başkalarının.'diyen biri sosyal kaytarmanın göbeğindedir.Kaçın ondan.
Fransız Ziraat Mühendisi Maximilien Ringelmann 1913 yılında sosyal kaytarmanın ilk çalışmalarından birine imza atmıştır.Bir grup insandan,önce bireysel olarak tüm gücüyle bir halata asılmalarını istemiş ve ne kadar kuvvetle çekildiğini ölçmek içinde hassas bir gösterge kullanmıştır.Daha sonra katılımcılara grup halinde halatı çektirmiştir.Elde ettiği verileri incelediğinde grup performansının puanı,bireysel performansların puanlarının toplamı kadar etmediğini bulmuş.Yani basit olarak Ali 100 kuvvet,Mehmet'de 100 kuvvet uygulamış olsun ikisi takım olunca 200'lük kuvvet uygulamıyor,kuvvet 190'a düşüyor..deney sonucunda;
2 kişi kapasitelerinin %95
3 kişi kapasitelerinin %85
.
.
8 kişi kapasitelerinin sadece %49'unu kullandığını bulmuştur ve bu duruma da Ringelmann Etkisi (Ringelmann effect) denmiştir.

Bibb Latene'de 1981  yılında sosyal kaytarmayı halat çekmenin dışında başka deneysel durumlarda da incelemiş ve bu durumun birçok farklı kültürde hatta küçük çocuklarda bile geçerli olduğunu kanıtlamıştır.Latene sosyal kaytarmanın nedenini Sorumluluğun Dağılması (Diffusion of Responsibility) olarak görmüştür.Yani,gruplarda;zor durumdakilere yardım etme, karar verme ve sorumluluk üstlenme eğilimlerinin azalmasıdır. Ortamdaki insan sayısı arttıkça, bu eğilim de o kadar az olacaktır.Bu durumda yapılması gereken basittir:Bir futbol takımının önüne pastayı bütün olarak sunmayacağız pastayı dilimleyip vereceğiz.Görevi tanımlanan futbolcu da üzerine düşen sorumluluğun farkında olacak ve gücünü doğru dilime harcayacak.
Bir forvet,maçın son dakikalarında iyi niyet gösterir defansa yardıma gelir ama tüm gücünü vermez:Kaytarır...
Tribünler:Ev sahibine ateşleyici güç,deplasman takımlarına baskı unsuru  ve diyelim ki tıklım tıklım dolu.Ufak bi gruptan şiddetli bir tezahürat yükselir : ''Ayağa kalkmayan bilmem neli olsun!!''.tahrik edici sözler işitir diğerlerinin kulakları ama kalkan olmaz çünkü sorumluluk dağılmıştır,diğer taraftarlar:Kaytarır..

Futbol,voleybol,kürek..aklınıza gelebilecek grup halinde yapılan ne kadar spor varsa bunları sosyal kaytarma boyutunda inceleyecek deneylere ihtiyaç duymaktayız.Şayet bir gün sınanırsa takımların zayıf yanları tespit edilir ve bunların ıslahından sonra takımların daha güçlü adımlar atması sağlanabilir.

...Biz yinede halı sahadaki o yürekli çocuğa kulak verelim ve kaytarmanın dozunu biraz olsun hafifletelim...
''Allahını seven defansa gelsin ;(!''